13 Temmuz 2011 Çarşamba

FENERBAHÇE YIKILMAZ!


3 Temmuz sabahı yoldayken radyodan dinlediğimiz “Aziz Yıldırım göz altına alındı” haberinin üzerinden tam 10 gün geçti. Haberi ilk dinlediğimde çok önemsememiştim fakat saatler ilerledikçe olayın ya da oynanan oyunun çirkinliğini daha fazla hissetmeye başladım. Statlardaki küfürü bitirmek için yıllardır uğraşan, temiz futbol için söz konusu yasanın çıkması adına en fazla çaba gösteren spor adamlarından birisi olan, her fırsatta Türk futbolunun son 15 yılı incelenmelidir diyen Aziz başkan şike soruşturması kapsamında göz altındaydı! Bu on günde bazı medya kuruluşlarında öyle haberler ve yorumlar yapıldı ki söylenenleri FENERBAHÇE ile bağdaştıramadım, kahroldum ve ağzı kulaklarında yorumcuları dinledikçe kinle doldum.

Her gün mutlaka internet üzerinden haberlerini okuduğum Milliyet operasyonun daha ilk gününden cezayı kesmişti, üstelik büyük bir keyifle; “Fenerbahçe Bank Asya’ya!”

Bir zamanların saygın gazetelerinden Sabah da, Fenerbahçe başkanını aşağılamak ve taraftarının önünde küçük düşürmekten başka bir amacı olamayacak nitelikte  bir fotoğrafı manşetine taşıyabilmişti.


Aynı gün Milliyet Şampiyonlar Ligi hakkımızı da elimizden aldı.

1 ay öncesine kadar “Taraf”lı gazeteden çalışma arkadaşı Uğur Karakullukçu sosyal paylaşım ağlarından birisinde acar(!) gazeteci Mehmet Baransu için şunları yazmıştı: "Taraf'ta çalıştığım 1.5 sene boyunca bırakın maç izlemeyi, skor sormayan Mehmet Baransu'nun son haftalardaki futbol aşkına diyecek yok…” Bu değerli gazetecimiz 7 Temmuz tarihinde spor camiamızın vazgeçilmez(!) programı Telegol’de gizli yürütülmekte olan operasyonun polis tutanaklarını okuyup, neredeyse iddianameyi hazırladı. Bununla da kalmayıp hükmü de verdi; Fenerbahçe’nin şampiyonluğu alınacak, şampiyonlar ligine gidemeyecek ve büyük olasılıkla küme düşürülecek.

Sıklıkla gördüğümüz bir diğer gazetecimiz ise
Kanal D muhabiri Ekrem Açıkel. Kendisi kanal kanal dolaşıp ballandıra ballandıra zevkle şike haberleri yaptı günlerce. Bu kadar detay bilgiye sahip bu iki ismi dinlerken aklıma şu geldi; bu kadar gizli yürütülen bu davada ya savcıyı dinliyorlar ya da başka bir olayın adamları.


Fakat zaman ilerledikçe bu haberlerin düzmece olduğu birer birer ortaya çıktı. Bu günden sonra bu isimler nasıl insan içine çıkabilecekler çok merak ediyorum.

İnsafsızca bu haberleri yapan kişi ve kurumlar hak ettikleri cezaları büyük Fenerbahçe taraftarından zaman içerisinde alacaklardır.

Bu süreçte en ilginç haber ise İstanbul emniyetinden basın-yayın kuruluşlarına servis edilen “19 maçta şike yapıldığı tespit edilmiştir” ifadesiydi. Bu haberi dinledikten sonra bu operasyonun hiç de masum bir “temiz eller operasyonu” olmadığına kanaat getirdim. Haberin yüklemine dikkat edersek “tespit edilmiştir” diyor. Sanırım böyle bir kararı sadece ülkemizde görebiliriz. Polisimiz artık “yargı” organı görevi de görmeye başlamıştı. Gerçekten deliller sabit olsa dahi bu karar emniyet güçleri tarafından nasıl verilebiliyor, polis bu gücü kendinde nereden buluyor? Bu güç çok uzaklardan geliyor olabilir mi? Bir nefes alalım, hesap sorma sırası bize gelecek!

Özetle 10 gün boyunca hemen hemen tüm basın-yayın organları aracılığıyla, Aziz Yıldırım, İlhan Ekşioğlu ve Şekip Mosturoğlu’nun kirli işlere bulaştığı dolayısıyla Fenerbahçe’nin şampiyonluğu şike ile kazandığı yargısı oluşturuldu. En önemli vurgulardan birisi de “Türk Futbolunda DEVRİM” oldu. Bu “fırsat” kaçırılmamalıydı. Fırsatın açılımı şuydu Fenerbahçe’nin şampiyonluğu alınıp küme düşürülmeli. Türk futbolundaki pisliklerin tamamı Fenebahçe’ye yıkılarak her şey temizlenecekti. Son 5 yılda 2 defa son hafta şampiyonluk kaybeden, 27 senedir defalarca finalde kaybedip Türkiye kupası alamayan Fenerbahçe’ye…

Söz konusu 19 maçın içinde benim ilgimi en fazla çeken maç 25. haftada oynanan Fenerbahçe-Konya maçı oldu. Değerli basınımızın şampiyon ilan ettiği Trabzon’u, pozisyon vermeden eze eze yenmişsin. İnönü deplasmanında geriye düştüğün maçta Beşiktaş’ı yenmişsin. Fakat ligden düşeceği neredeyse kesinleşmiş ligin tartışmasız en zayıf takımı Konya’yı hem de Kadıköy’de yenemeyeceğini düşünüp şikeye başvuruyorsun. Söz konusu19 maçtan bir diğer dikkat çeken maç da 32. haftada Karabük deplasmanında oynadığımız maç. Bu maçta Fenerbahçe ev sahibi takımın son derece dirençli oyunuyla karşılaşmış ve maçı 66. dakikada Lugano’nun attığı golle kazanmıştır. Maçta ilginç iki olay yaşanmıştır. Karabük kalecisi Tomic uzatma dakikalarında gol atmak için ceza sahamıza gelmiş ve 61 numaralı yedek kaleci son anlarda ayakkabısını sahaya fırlatmıştır. Bu oyunculardaki aynı isteğin, hırsın onda birini dahi son hafta oynadıkları maçta görme şansımız olmadı. Fakat sahada hırslarından çimleri yiyecek Gaziantep, Bursa gibi takımların da sadece 2 hafta sonraki rakipleri karşısında birer centilmenlik abidesine dönüştüklerini izleme fırsatımız oldu.

Sonuç olarak maşa durumundaki gazetecilerin savcı rolünü üstlenip iddianame hazırladığı, emniyetin ancak mahkemelerin karar verebileceği konuda karar verebildiği, saygın(!) yorumcuların TFF adına yorum yapabildikleri bir oyun oynanmakta. Fakat bu oyun neresinden bakarsanız bakın bir mantık çerçevesine oturmuyor. Bu bile bu oyunu oynayanların ne kadar gözlerinin kara olduğunu gösteriyor.


Oyunu yazanların tek atladıkları noktanın büyük Fenerbahçe taraftarı olduğunu düşünüyorum. Bu operasyondan önce Aziz Yıldırımla taraftar gurupları arasındaki soğukluk rafa kalkmış ve taraftar tamamen başkanına sahip çıkmıştır ve bence bu anlamda düşünülenin tam tersi gerçekleşmiştir. Aziz Yıldırım taraftarın önüne atılacakken, taraftar tarafından kendisine sahip çıkılmıştır. TFF’nin kararını açıklamasından 1 gün önce Topuk yaylasındaki ve Caddedeki görüntü gerçekten her takıma nasip olmayacak türdendi. Yürüyüş sırasında Aziz Yıldırım’ın tutuklandığı kararının açıklanmasıyla taraftarımız Boğaz köprüsüne doğru yürümek istedi. Yürüyüş sırasında bir cemaat lideri aleyhinde yoğun tezahüratlar yapıldı. Yürüyüş sırasında bir polis şefinin “Gerekirse taraftara kurşun sıkabilirsiniz” talimatı verdiği iddia ediliyor. Bu iddiayı bir tarafa koysak dahi o gün o taraftara, karışıklıksız sevdiği takımı el birliğiyle küme düşürülmeye çalışılan, başkanı tutuklanmış taraftara İstanbul’un göbeğinde İETT otobüsü kundaklayan teröriste yapılmayan muamele reva görülmüş ve gaz bombası atılmıştır. Bu kesindir ve unutulmaz. Her şeye rağmen büyük taraftar en kötü gününde dahi takımının, kulübünün yanındaydı ve bunu tüm Türkiye’ye gösterdi.

Ve dün…11 Temmuz 2011. Önce kulüpler birliği 18 kulübün de imzaladığı bir mutabakat metnini açıkladı İlhan Cavcav aracılığıyla. http://www.hurriyet.com.tr/spor/futbol/18227053.asp?gid=381 Özetle “tek çatlak ses olamadan kamuoyu tarafından yapılan yargısız infazı kabul etmeyeceklerini” ifade ederek Fenerbahçe’ye destek verdiler. (Dikkat 18 takım tek ses!!!. Bu akşam bir çatlak ses çıktı) Tabi bu desteğin arkasındaki en önemli neden tamamen duygusal etkenlerdi. Daha sonra  TFF’den bizim beklediğimiz ama kamuoyu tarafından sürpriz olarak karşılanan karar açıklandı. "...herhangi bir delil olmadığından ligin daha önce tescil edildiği şekliyle devam edeceğine..." Bu karar tabi ki elde kesin deliller var diyen bazı kesimlerde yasa neden olmuş olabilir. Bizim için ise kazanılmış bir şey yok ama kaybedilmiş çok şey var. Halen başkanımız ve üç yöneticimiz tutuklular. Daha önemlisi geçmişi pisliklerle dolu kişiler tarafından kulübümüzün adı 10 gündür kirletilmekte. Birileri tarafından bir çamur atıldı ve bu temizlenecek başka yolu yok. Güneş balçıkla sıvanamaz. Değerli yöneticimiz Ali Koç’un tutuklama kararlarından sonra yaptığı kısa açıklaması oldukça anlamlıydı. "DAHA YENİ BAŞLIYOR!!!"

12 Temmuz 2011 Salı

Sen İçerdeyken Ben

Başlık yabancı değil.  "Aldırma Reis" şiirinde İbrahim Sadri sık sık tekrarlıyor bu dizeyi ve diğer dizelerinde dışarıda yaptıklarını sıralıyor bir bir. İbrahim Sadri'nin ve bu şiirin daha popüler olduğu zamanlarda interaktif internet sitelerinde [sözlükler, forumlar vb] şiirin bu dizesi sabit bırakılarak, devamına eklenen dizelerle yüzde tebessüm oluşturan "geyikler" yapılırdı. Şimdi, gönül verdiğimiz, aşığı olduğumuz, hayatımızın merkezine/kıyısına/köşesine koyduğumuz ve seneyi bir daha elde edilmesi güç bir başarıyla, 5 şampiyonlukla kapatan kulübümüzün başkanı olan Aziz Yıldırım içerde, biz dışarıdayız. Elbette ki elde edilen başarılar, Aziz Yıldırım' ın çok sevilmesi veya ondan nefret edilmesi ne masumiyetini ne de suçluluğunu gösterir. Bekleyip göreceğiz.

Üzerinde konuşulacak/konuşulması gereken asıl konu (veya düşünülmesi gereken soru) ise mevcut hukuki sürecin bilinçli olarak yönetilip, olan biten her şeyin merkezine Fenerbahçe'yi koymakla ilgili çabaların var olup olmadığı? Mahkemece suçu sabit görülüp hakkında mahkûmiyet kararı verilmeyen kişileri ve kurumları suçluymuş gibi göstermek tehlikesi asıl mevzu. Geldiğimiz noktada "milyonların başını öne eğmeye çalışıyor birileri" hissine kapılmamak elde değil. Şampiyonluğumuzu sorgulamak bu kadar mı basit? Deliller sabit olsa bile, nihai karar şike yapıldığı yönünde olsa bile, bu durum sahada savaşan 11 kişinin ve onlara eşlik eden 12. gücün de mahkûmiyetine sebep olacak korkusunu yaşıyorum şahsen. Sanki mahkeme sonuçlanır ve A.Yıldırım ve Ş.Mosturoğlu mahkûmiyet alırlarsa [ki inşallah böyle olmayacaktır] 50 yıldan fazladır devam eden ligde adalete yansımamış ama neredeyse tüm spor kamuoyunun vicdanı nezdinde aynı görüşle kabul görmüş nahoş durumlar ve şampiyonlukların faturası Fenerbahçe’ye kesilecekmiş gibi görünüyor. Bu hepimizi her şeyden daha çok yaralayacaktır.

Bizi, sporseverleri, Türk Futbolunu takımının önüne koyanları kurtaracak olan tek şey yasanın geriye dönük işlemesi mümkün olmasa dahi her şeyin açıkça ortaya serilmesi, bunun bir temiz eller operasyonuna dönüştürülmesi ve devam eden hukuki süreçte Fenerbahçe'nin suçlamaların merkezinden kurtarılması olacaktır. Aksi taktirde vicdan mahkemesinin aldığı kararlar, yasanın geriye doğru işletilememesi ilkesine yenik düşecek ve insanın oluşturduğu hukuki zemin, vicdanınkine karşı galip gelecektir. İnsanların koyduğu ilkeler, vicdanın ilkelerinden daha üstün olamaz, olmamalıdır. Kanunlara uygun, vicdana aykırı bir karmaşık süreç kişilerin hapis yatması, kulüplerin ceza alması vb gibi geçici durumlardan daha kötüdür. Eğer gerekirse kulübüm ve yetkilileri en ağır cezayı alsın, eğer gerekirse küme düşelim ama yeter ki cezamızı çeksek dahi, eski hükümlülerin "sabıkalı damgası" yediği gibi bir durum içine düşürülmeyelim, üzerimizde oyun oynanmasın...

Adını anmışken son sözü İbrahim Sadri'ye verelim.

Güzel günlere en kısa sürede kavuşabilmek umuduyla...

(...) Sen içerdeyken ben
Hiç oturup ağlamadım
Hiç karartmadım umudu
Hiç bulandırmadım onuru
Öyle dimdik durdum ortada
İşte burada ulan işte burada
Böyle burada
Hiç yıkılmadan
Hiç utanmadan
Ve hiç unutmadan (...)